Pablo Neruda (1904-1973), Latin Amerika edebiyatının en tanınan ve bir o kadar da tartışmalı şairidir. Hatta bazıları onun gelmiş geçmiş en büyük şair olduğunu dahi iddia eder. Şili yerlileri arasında yaşadığı ilk dönemlerinde kaleme aldığı debdebeli aşk şiirleri, dünyanın dört bir yanındaki hayranları tarafından yüceltilirken, büyüleyici ve karanlık dizeleriyse çağdaş şairlerin ve edebiyat eleştirmenlerinin saygısını kazanmıştır. İspanyol İç Savaşı’nın etkisiyle siyasi yönü iyice belirginleşmiş ve bu durum, kalabalıklara seslenmeye ayarlı bir şiir anlayışı geliştirmesine önayak olmuştur.
1950’li ve 60’lı yıllarda tüm dünyadaki sol hareketler için edebî harekât lideri hâline gelen Neruda, son yıllarını yürekten meftun olduğu Şili’de sosyalizm uğruna çalışarak geçirmiş ve kahramanı Salvador Allende’nin Augusto Pinochet’nin kanlı darbesiyle indirildiğini görecek kadar uzun bir hayat sürmüştür.
Dominic Moran, hayatını en yalın hâliyle şiirlerine yansıtan Neruda’nın şiirlerindeki otobiyografik öğelere odaklanarak ayrıntılı ve eleştirel bir okuma yapıyor. İşte bu çalışma; bazen tutkulu bir âşık bazense bir ideolojinin bayraktarı olarak karşımıza çıkan, 20. yüzyılın en yetenekli ama bir o kadar da tartışmalı edebi figürlerinden birinin etkileyici hikâyesine ışık tutuyor.
“Neruda Kral Midas gibidir. Dokunduğu her şeyi şiire dönüştürür.”
Gabriel García Márquez
“[Evrensel Şarkı] birçok şeyi barındıran koca bir kazan: Elinizi daldırsanız içinden kuvars kuşlar, öten tüyler, yanardöner kabuklar, paslı tabancalar, kırık bıçaklar, paramparça putlar çıkar. Upuzun vaazların, münakaşaların, kilometrelerce basmakalıp deyişlerin ardından; yeni toplanmış, ışıltılı, capcanlı, hiç dokunulmamış ve hayat dolu o ihtişam hiç beklemediğiniz bir anda karşınızda beliriverir.”
Octavio Paz