Nietzsche’nin düşünce dünyası, yeni ve çarpıcı bir insanlık tanımının etrafında döner: Tanrı’nın ölümünü kabullenen, yaşamak sanatını ve bilimini deneyimleyen, metafizik ve ahlakî mutlak ihtiyacından azade bir insanlık. Peki bu durumda nasıl yaşayacağız? Neyi sevecek, neye tutunacağız?
Yazar Keith Ansell Pearson, Nietzsche’nin ayrıksı felsefî üslubuna ve düşünce dünyasının gelişim evrelerine giriş yapıyor. Nietzsche’nin en çok bilinen aforizmalarını yakından okuyarak onun sık sık referans verilen ve fakat sürekli yanlış yorumlanan fikirlerine ışık tutuyor.
Nietzsche’yi Nasıl Okumalıyız?, felsefe tarihinin bu en tartışmalı ismini fevkalade yalın bir üslupla ve sınırları belli, derli toplu bir yapı içinde sunuyor okura.
Nietzsche’ye göre, hayat tecrübelerimizi özümsemek için gerekli zamanı bulmakta zorlanıyoruz, düpedüz söylemek gerekirse yüreğimiz (ve kulaklarımız) ondan içre değil. Aklımız bir karış havada yaşıyoruz, gün ortasında saatin on ikiyi vurmasıyla sıçrayarak hayretle uyanıp “Saat kaç?” diyen, kendi düşüncelerinin derinliklerine dalmış insanlar gibiyiz. Daha sonra, zaman geçince başımızı kaşıyıp şaşkınlık ve kafa karışıklığıyla şöyle soruyoruz: “Peki o hâlde az önce yaşadığım da neydi?” ve “Ben aslında kimim?”. İster istemez kendimize yabancıyız. Aslında bilgiyi eve, yani aşina olduğumuz zamana ve yere geri getirmeye çalışıyoruz. Arzumuz, yaşantılarımızda ve eylemlerimizde daima kendi yansımamızı görmek. Aşinası olduğumuz ve omzumuza zamanın taleplerini yüklemeyecek bilgiler istiyoruz.