Yaşamı boyunca, on altı cildi dolduracak kadar çok eser verdi Hughes. Ne var ki hiçbir zaman “parayı bulamadı”. Bu sebeple, “yayıncının tarlasını işleyen maraba” olarak tanımlıyordu kendini. Yaşadığı dönemin en önde gelen siyahi şairiydi. Şiirlerinde blues ve caz müziğinin ritminden yararlandı, kelimeleri onlarla harmanladı. 1920’lerde ortaya çıkan siyahi entelektüel aydınlanma hareketi Harlem Rönesansı’nın en gözde ismiydi.
Henüz öğrenim hayatının başlarındayken ırkçılığa maruz kaldı. Gençliğinde kâh bulaşıkçılık yaptı, kâh akşam yemeği karşılığında taksi çağırdı, kâh gazete dağıttı. Gördüğü, yaşadığı ne varsa şiirlerine ve piyeslerine sızdı.
Tanımlanmaktan, sınırlandırılmaktan hep kaçtı, ele avuca gelmek istemiyordu. Afrika’yı ilk kez ziyaret ettiğinde, 1960’lı yılların siyahi sanat hareketinin âdeta milli marşı hâline gelen şiirsel bir bildiri yazdı:
Gece güzeldir
Halkımın çehresi gibi
Yıldızlar güzeldir
Halkımın gözleri gibi
Güzeldir güneş ve
Bir de güzeldir, halkımın yüreği.
Yazar W. Jason Miller, Hughes’un sıradışı hayatı ile kanonik eserleri arasındaki ilişkiye odaklanıp onu ulusların ötesinde bir edebî figür olarak değerlendirmemiz gerektiğine ikna ediyor bizi. Yazar, Hughes’un yayımlanmamış mektuplarından ve müsveddelerinden yararlanarak ortaya koyduğu bu çalışmasında gösteriyor ki, bu gerçek her ne kadar sık sık gözden kaçırılsa da Hughes’un 1960’lardaki yurttaşlık hakları mücadelesine yaptığı katkılar devasadır