Modern İngiliz edebiyatının en önemli isimlerinden Joseph Conrad, 3 Ağustos 1924 sabahı, yatak odasında kalp krizinden öldüğünde bir süredir kendisine musallat olan depresyonla başa çıkmaya çalışıyordu. Virginia Woolf, Conrad’ın ölümü üzerine, Times Literary Supplement’in 14 Ağustos 1924 tarihli sayısı için yazdığı yazısında, onu “hiç kuşkusuz, biri hariç, İngiltere’nin en ünlü yazarı” olarak tanımlıyordu. Woolf bu yazısında, Conrad’ın yazısının güzelliğini övüyordu: “Kaleminden çirkin veya anlamsız bir söz çıkması imkânsız gibiydi.” Ne var ki, belki de en çarpıcı olanı, Woolf’un yazısına başlarken kullandığı metafordur: “Misafirimiz aramızdan ayrıldı ve onun bu vedasız törensiz ayrılışı, yıllar önce, bu ülkeye yerleşmek üzere gizemli gelişi ile uyum içinde.” Conrad, 1886’dan beri İngiliz vatandaşıydı. (Herhalde Woolf’un “biri hariç” derken kastettiği Amerikalı Henry James, ancak 1915’te İngiliz vatandaşlığına geçmişti.) Gene de, yaklaşık kırk yıl sonra, Conrad’ın “İngiliz olmayışı”, Woolf için bir sorun teşkil ediyordu. Haddizatında, göçmenlere karşı sergilenen bu bakış açısının, Conrad’ın da karşılaştığı daha genel İngiliz tavrını ortaya koyduğu söylenebilir. Conrad eserlerini İngilizce kaleme alsa da “göçmenlikten” gelen yurtsuzluk onun ruhuna ve eserlerine işlemişti. Conrad’ın şair babasının dediği gibi, “Evin yoksa, yurdun yoktur.” Dünya denizlerini kendine yurt bilen büyük yazar, bugün bile büyük heyecanla okunan onlarca deniz romanı ve öyküsü kaleme aldı. Pek çok dile çevrilen eserleriyle Avrupa ve bilhassa İngiliz sömürgeciliğinin dünyayı nasıl şekillendirdiğine yakından tanıklık etti. Conrad üzerine çalışmalarıyla tanınan Robert Hampson, çocukluğundan başlayıp Polonya’yı terk edişlerine ve eserlerinin kaleme alınış serüvenlerinden dünya denizlerindeki seyahatlerine kadar pek çok ayrıntıyı bir araya getirerek okuyuculara bütünlüklü bir Conrad biyografisi sunuyor. |