Yirminci yüzyıl felsefesinin kimilerince en çetin ve anlaşılması güç ismi Jacques Derrida, metinleriyle hukuktan antropolojiye, edebiyattan mimariye uzanan, köklü ve devasa dönüşümlerin önünü açtı. Bizzat icat ettiği yapısökümcü yaklaşımla sadece edebiyat ya da felsefe metinlerinin değil, siyasal ve toplumsal konjonktürün, çok daha kapsayıcı bir ifadeyle “anlam”ın kaygan, kendini değilleyen ve çelişkilerle dolu yapısına işaret etmiş, böylece –amiyane tabirle– başımıza çoraplar örmüştür. Öyle ki bugün etrafında hâlâ kızılca kıyametler kopan pek çok konuda (mülteci hakları, demokrasi, ırkçılık vb.) yapısöküm en emin olduğumuz, doğal farz ettiğimiz kavrayışlarımızı alaşağı ediyor.
Penelope Deutscher’nin usta işi bir titizlikle kaleme aldığı Derrida’yı Nasıl Okumalıyız?, bütün bir Batı felsefesinin altını oyan bu nevi şahsına münhasır ve tartışmalı filozofun düşünce dünyasının en temel kavramlarına yakından bakıyor. Derrida okumak, okurun –dilin nasıl kullanılacağından temel kavramların nasıl anlaşılacağına dek– kendi doğruları ve kamusal ezberlere meydan okumalarla karşılaştığı, bir kuşatma olarak sökün eden bir tecrübe. Deutscher, Derrida’nın korkutan ve zaman zaman anlaşılmasının önüne geçen delişmen dünyasına sükûnetle adım atabilmemiz için özel bir kapı aralıyor.