Arthur Schopenhauer, yetişkinlik hayatını varoluş muammasını anlamaya yarayacak bir felsefe geliştirmeye adamıştı. Yaygın biçimde bilindiği üzere kasvetli bir dünya görüşü vardı ama hüsran ve ıstırıpla dolu insanlık durumu karşısında sanatsal, ahlaki ve çilekeş farkındalık biçimlerini de savunmuştu. Kendi sağlığında istediği şöhrete erişememekle birlikte, ölümünün ardından Tolstoy’dan Kafka’ya, Thomas Mann’dan D. H. Lawrence’a kadar pek çok yazarı derinden etkiledi ve felsefi ihtişam denilince akla gelen şahsiyetlerden birine dönüştü.
Türkiye’de de eskiden beri ilgiyle takip edilip okunmasına rağmen, temel yapıtlarının çevirileri henüz tamamlanmamış ve genellikle karamsarlık, din ve aşk gibi konular bağlamında görece dar bir çerçevede tartışılan Schopenhauer hakkındaki bu biyografide Peter B. Lewis, onun sistemini daha iyi anlamak için faydalı olabilecek bütünsel bir tarih anlatımı sunuyor. Schopenhauer’ın ailevi kökeni, aldığı eğitim, felsefi teşebbüslerine etkide bulunan kaynaklar, kültürel ve siyasal bağlılıkları, kadınlarla ilişkileri, hayvanlara yaklaşımı, çağının önde gelen figürleriyle münasebetleri ve daha başka birçok meseleyi etraflıca konu alan bu çalışma, Schopenhauer’ı merak edenler için derli toplu ve güvenilir bir başvuru kitabı.
“Felsefe keskin taşlar ve dikenli otlarla kaplı dik bir patikadan ulaşılan yüksek bir dağ yoludur. Yukarı çıktıkça daha da ıssızlaşan tenha bir yol. Bu yolu izleyen kimse korkmamalı, her şeyi ardında bırakıp kara kışta kendinden emin hâlde yolunu bulmalıdır… Çok geçmeden aşağıdaki dünyayı görecektir… dünyanın rahatsız edici sesleri artık kulaklarına ulaşamaz… Çünkü o kişi daima sepserin dağ havası içindedir, üstelik aşağıdaki her şey henüz gecenin ortasında kaybolmuşken o güneşi görmektedir.”